AYDIN




  Hava hafiften çiselemeye başlamıştı. Şehirden otobüs ile yola çıktıklarında yağmur yoktu ama köye yaklaştıkça sanki yağmur yağma olasılığı artıyordu. O ise bu yeni başlayan yağmurun camdaki damlalarını seyre dalmıştı. Camı seyrededururken geçmişe gitti. Doğduğu, büyüdüğü ve her köşesi farklı anılarla dolu olan köyünü düşünüyordu. Bu düşünceler içerisinde dalıp dalıp gidiyordu. Bir anda irkildi. Otobüs, pek düzgün olmayan toprak yollar içerisinde bir yayık gibi bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Bu, aslında köyün iyice yaklaştığını gösteriyordu. Bu yüzden yavaş yavaş toparlanmaya başladı.
  
  Annesi ve kardeşleri ile birlikte köyün girişinde otobüsten indiler. Bundan sonrasına yürüyerek devam edeceklerdi. Neyse ki evleri o kadar uzak değildi. Etraf ise kapkaranlıktı. Aydın, kafasını kaldırıp ileriye doğru baktı. Evlerin tek tük yanan ışıklarının ve bazı sokak lambalarının bu karanlığı aydınlatmaya çalıştığı köyü görmeye çalışıyordu ama hava sisli, yağmurlu ve rüzgarlıydı. Dolayısıyla pek bir şey görememişti. Zaten hiç durmadan ellerindeki fenerlerle yola koyuldular.
  
  Ahşaptan yapılmış olan evlerine vardılar. Annesi, kapıyı açmaya uğraşırken çocuklar ıslanmış ve üşümüş halde bir an evvel eve girip sobanın arkasında ısınmayı bekliyordu. Aydın, içeri giren son kişi oldu. Ahşap kokusunu özlediğini fark etti. Aslında biraz küfle karışık bir kokuydu ama özlemişti. Köye kışın ortasında gelmelerinin sebebi ise tarla işlerini halletmekti. Her ne kadar şu an hava yağmurlu olsa da önlerindeki bir hafta pek yağış beklenmiyordu. Hatta güneşli olacakmış. Bu sene mevsimler ertelenmiş gibiydi. Normalde bu zamanlar köyde en az yarım metre kar olurdu. Ama bu sene böyle olmadı. Onlar da fırsattan istifade edip bu işleri halletmeye gelmişlerdi. 
  
  Aydın, odaya girince elektriklerin olmadığını fark etti. Çocukluğunda pek çok kez yaşamıştı bu senaryoyu. Aklına hemen löküz lambası geldi. Bir yandan lambayı ararken bir yandan da lambanın gazının bitmemiş olması için dua ediyordu. Sonunda buldu. Hemen yakmaya çalıştı. Birkaç deneme sonrasında löküz lambası yandı. Aydın'ın yüzünde ise ufak bir tebessüm belirdi. Hemen sonrasında sobanın başına geçti. Sobaya odunlar atıp üzerine de çırayı yaktı. Soba yanmıştı. Birazdan oda ısınırdı. Bu arada, annesi ortalığı düzeltip şehirden getirdiklerini yerleştirmeye çalışıyordu. Kardeşleri ise hemen sobanın arkasında birbirleriyle didişiyordu. Akşam böyle böyle çabucak geçti. En son yer yataklarını serip uykuya geçtiler.
  
  Sabah olmuştu. Henüz etraf yeterince aydınlanmamıştı. Ama annesi çoktan kalkmış, sabah namazını kılmış ve sobayı yakmıştı. Bir yandan da kahvaltıyı hazırlıyordu. Aydın ise yatağının içinde yine dalıp gitmişti. Özlemişti yer yatağını. Şehirdeki yüksek ve sert yatağından katbekat daha iyiydi. Bu yüzden yataktan çıkmak istemiyordu. Ama bir yandan da sobanın yanında yattığından yatağın içi iyice ısınmıştı. Hatta terlemeye bile başlamıştı. Tam bu sırada annesi ‘’Çocuklar, haydi yemek hazır!’’ diye seslendi. Yavaştan kalktı.
  
  Tarladaydılar artık. Hava ise güneşli olmasına rağmen bir kış soğuğuyla etraflarını sarmıştı. Aydın’ın üzerinde mavi askılı bir pantolon, bolca bir mont, ayaklarında ise eski püskü iş botları vardı. Kafasına da evde bulduğu bir şapkayı geçirmişti. Önlemini almıştı. Pek üşümüyordu artık. Tarlada annesi ile o vardı. Kardeşleri o kadar haylazdı ki gelmemişlerdi. Gerçi gelseler de pek bir şey yapamazlardı zaten. Alışık değillerdi bir kere. Bellemeye tarlanın alt tarafından başlayacaklardı. Bu sene yine tarlada fazlaca çimen vardı ve bu çimenleri bellerken toprak altına gömmek gerekiyordu. Aydın, bir an ellerine baktı. Tertemiz, uzun zamandır hiç yıpranmamış ve sadece kalem tutmuş ellerine. Sonrasında eldivenleri taktı ve ‘’Bismillah’’ deyip işe koyuldu. O belliyor, annesi de üstte kalan çimenleri yine toprak altına gömmeye çalışıyordu. Daha henüz ilk dakikadan Aydın’ın elleri ağrımaya başladı. Belli bugün yorucu geçecekti. Ara ara ufak molalar vererek bellemeye devam ediyorlardı. Birkaç saat sonra Aydın iyice yorulduğunu hissetti. Ama bir yandan da bunu annesine belli etmemeye çalışıyordu. Söz verip gelmişti buraya. Annesine yardım edip tarlayı bitireceklerdi. Bir an kendi içinden ‘’Ey gidi Aydın, üç dört sene önce olsa şu tarlayı kendi başına şimdiye yarılamıştın. Bi de şimdiki haline bak. Şehir senden bazı şeyleri almış be Aydın.’’ Kendi içinden konuşadururken annesi öğle yemeğini hazırlamak için eve geçmişti bile. Aydın o an içinden bir ‘’Oh’’ çekti. 
  
  Öğleden sonra çabucak geçti. Zaten köyde güneş erken batıyordu. Bu da havanın daha erkenden soğuması demekti. Bu yüzden bir iki saat daha çalışıp bıraktılar. Gün sonunda tarlayı neredeyse yarılamışlardı ve ilk güne göre gayet de iyi bir iş çıkarmışlardı. Ama bir o kadar da yorulmuşlardı. Annesi çabucak eve geçti. Aydın ise biraz etrafta dolaşmak istedi. Ondan önce eldivenlerini çıkarıp yan cebine koydu ve bir an ellerine baktı. Üç dört yerden patlamış, kenarları soyulmuş, kızarıp şişmişlerdi. İki elini birbirine temas ettirdiğinde ise ağrısı daha da şiddetleniyordu. Demek ki çalışırken bu kadar hissetmemişti. Sonrasında mahallede turlamaya başladı. Hava hafif kararmaya başlayınca da eve geçti.
  
  Her tarafı ağrıyordu. Özellikle sırtı ve elleri daha şiddetli ağrıyordu. Vücudu unutmuştu. Köyü, tarlayı, iş yapmayı, bellemeyi… 
  
  Yemeklerini yemişlerdi. Annesiyle o, bir köşeye uzanıp dinleniyordu. Kardeşleri ise yine birbirleriyle didişip kavga ediyorlardı. Aslında bu, onların hoşuna gidiyordu. Zaten anneleri de bunu bildiği için onlara pek laf etmiyordu. Aydın yattığı yerden bir ara, üstte tavanla duvar arasında çiviyle sabitlenmiş yan yana duran fotoğraflara göz gezdirdi. Adını koyan dedesinin, amcalarının, halasının kısaca akrabalarının eski fotoğraflarıydı bunlar. Zaman ne de çabuk geçiyordu. Onların yerinde bu döşekte şimdi o uzanıyordu.

  Sabah uyandığında her tarafı ağrıyordu. İnanılmaz yorgun hissediyordu. O kadar zor kalkabildi ki köyün buz gibi soğuk suyunu yüzüne vurmasa kendine gelemeyecekti. Eğilip kalkmakta bile güçlük çekiyordu. Bir yerden sonra içten içe küfür edip durmaya başladı. Niye geldiğine, tarlaları niye yaptıklarına, köye… Annesinin hazırlanıp geçtiğini görünce sırf onun için o da hazırlanıp annesinin arkasından tarlaya işe koyulmaya geçti. Gün içinde çalıştıkça sabahki katılığı azaldı. Hatta önceki güne göre daha iyi çalıştığının farkına vardı ve azmederse tarlayı bitirebileceğini düşündü. Çok heveslendi. Sanki tarlanın ekinlerini biraz sonra toplayacakmış gibi hızlandı. Bir ara o kadar hızlı iş yapmaya başlamıştı ki annesi ona yetişemeyip yavaşlamasını söyledi. İkindileyin dinlenmek için oturduklarında dikkatle ellerine baktı. İyice fena olmuşlardı. Ağrı hissetmiyordu pek. Ama ellerinin görüntüsü hiç güzel değildi. Her taraf yara bere olmuştu. Kim bilir kaç hafta ellerinde kalacaktı bu izler. Aydın’ın o an kafası dank etti. Geçmişte dedesi ve babası sürekli bu köy işleriyle uğraştı. Şimdi de annesi uğraşıyordu. Ne elde ettiler? Hiçbir şey. Olan hepsinin sağlığına oldu. Anlaşılan bu köyde emek bayağı ucuzdu. Aydın kendine söz verdi. Annesini de kardeşlerini de bu hayattan çekip alacaktı. 

Yorumlar

Popular